Bir YusufAslan Yapıtı'dır,
*******************************
GARİP MİRTO:
********************
ÖN SÖZ:
************
Yusuf ASLAN:
*****************
bir zamanlar bizim elde vardı bizim Garip mirto? isminden yola çıkarak bir ulvi insanın, dünyayı ve dünya insanlarını dünya görüşüyle yakından tanıma gayreti içinde oldum ve bir yaşam biçimini öğrenme şansını yakaladım ve açtıkça derinleşen bir konu bir dram olmaya başladı bende bu yolda yazmak suretiyle yolun sonunu yani bir ışık görünceye kadar yürümeye devam etmeye karar verdim. ve sormak geliyor içimden dünyanın sevgili Ağalarına ve Sevgili Beylerine, sizlerde.
, tanıyormusunuz bu gibi yurduna sözde değil özde bağlı vatan perver insanları, kendi özbe öz toprağından yetiştirdiği nimetlerini seve seve bahşeden kardeşçe paylaşımı bilen, yani dünya insanlarına sunan o güzelim cennet yurdumuzu bizler biliyoruz, hatta bir karış toprağı için uğruna ölecek kadar biliyoruz diyorlar. peki sizler ne kadar biliyorsunuz. bilsenizde bilmesenizde o güzelim memlekette o kıraç dediğiniz toprakların türüm türüm kokular saçan, o yetiştirdiği papatyaların,
nergizlerin, çiğdemlerin, navruzların, kepeneklerin, cilbanların, kenger sakızların, ana dili (ANIK)olan, O Tarhana çorbasının üzerine serpiştirdiğimiz kekiklerin, kaysıların, daha bir çok, insan sağlığına faydalı olan, O suni gübrelerle değilde. Hayvan gübresiyle tarlanın gübrelendiğini, bir kere daha siz dostlara soruyorum acaba sizler bir kereye mahsusda olsa O gururundan ödün vermeyen mağrur köylere hiç gittinizmi yada yol kenarından geçerken O güzelim Köyler.
hakkında, veya O köylerin yetiştirdiği onuruyla yaşayan vatan perver halkı için aklınızdan ne geçirdiğinizi. daha doğrusu neler düşündüğünüzü bilmek isterim, bunun aksine bilmekte istemem? niye bilmek istemem çünkü az çok tahmin ediyorum, sizlerin O köyler ve köylüleri küçümseyerek şuursuzca düşüncelerinizi tahmin ediyorumda ondan. eğer bir örnek vermek gerekirse nitekim avrupada ve avrupanın parlamenter sisteminde at koşturan sırf kendi çıkarlarını düşünüp, başkalarının çıkarlarının göz ardı edildiğini ve sizin içinde denize bi olta attık ya çıkarsa mantığıyla diğer dünya insanlarını avrupa ortak pazara alacaz deye sorumsuzca oyalamalarıda ayrı bir saygısızlıktır.? ve sevgili Garip Mirto,nun kendi iç dünyasında yaşam biçiminin ne kadar ağır bir fatura olduğu ve bu ağır faturayı kendini bu durumlara düşürenlere derin bir OF çekerek bir eziklik içinde ezile ezile ödediğinin kanıtı ve eseridir bu eser.Sayfa.1 / 02.10.2008.
---------------------------------------------------------
GARİP MİRTO. kendi örf ve adet üslubuyla yaklaşarak birlikte yaşadığı insanların öz isimlerini ve lakaplarını kullanarak işlemiştir, (Örnek olarak üç tane hüseyin, beş tane ibrahim, on tane Elif, var. bu şahısları lakaplarıyla.
söyledinmi. O zaman kim oldukları belli oluyor.)köy yaşantısını işlerken O kahramanların lakaplarını ve isimlerini değiştirmeyi aklının ucundan dahi geçirmeyi düşünmemiştir. kendi Akıl ve Mantığıyla, eğer bu vatan sever ÖZ TÜRK OĞLU TÜRK. Hasan badırıklı köylülerimin isimlerini ve lakaplarını değiştirirsem onlara ihanet etmiş olurum ve onları Figuran konumuna düşürmüş olurum düşüncesiyle,gerçek öz isimleriyle ve söylem şekilleriyle hitab ederek, Ancak benim kahraman.köyümü ve Köylülerimi Başa çekmek düşüncesi hakimiyetini muhafaza etmiştir, GARİP MİRTO.bu Halk yapıtını bütün sevenleriyle paylaşmaktan Haz ve Gurur Duyar Saygılarımla,YusufASLAN.
.
GARİP MİRTO.
---------------------
Bir zamanlar bizim elde
Vardı bizim garip mirto
İnsanlığı perde perde
Gördü bizim garip mirto
Dosları kırdı belini
Bir görün garip halini
Karlı dağ gibi eridi
Noldu bizim garip mirto
Kaf dağından aşırdılar
Bir ovada şaşırdılar
Kuyu kazıp düşürdülar
Kördü bizim garip mirto
Der yusuf dostunu dene
Neme lazım deyip geçme
Bir kaç zalımın elinde
Öldü bizim garip mirto
SAYFA,>2< 02.10.2008.
****************************************************************************************
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM.
GARİP MİRTO.
-------------------
Soğuk bir kış günüydü dışarıda buz gibi ayaz vardı, ayazın fanırtılı sesi pencerenin çerçevelerini sallıyordu, kapalı olduğu halde çerçeveleri bir birine vurarak ses çıkartıyor insanın içinde cesareti olsa, soğuğa, ayaza, hele o fanırtı çıkaran ve birlikte kar tanelerini havada dondurarak serpinti yapan havanın azgınlığına karşı koymak mümkünmüydü.
Alhasın kızı Elif, ocağı yakmış, bir kenara minderini koymuş. sazlık otundan yapılmış yastığınıda getirip duvara yaslamıştı, çuldan minderinin üstüne kendini salı verdi,bıraktı halli halsizce.ağrımış belini yastığına dayayıp ocaklıkta yanan ateşe doğru yönünü çevirdi. elleri donmuş buymuş hemide çok üşümüştü ellerini ateşe doğru açarak uzattı, ateş ellerine ilk önceleri kar etmedi, ateş yandıkca, harlandıkca ve de daha sonraları elleri ateşde ısındıkca farkına vardıki, ateş ellerini yakıyor. çar çabuk ateşten ellerini çekti.
Gözleri kapanmak üzere. ateşte ısındıkca her yanı gevşedi, uykusuda iyicene sıkıştırdı Alhasın kızı Elif uyumakta istemiyordu ara sıra gözleri yumulsada tez tez göz kapaklarını açıyor. arada birde sıçırıyordu belliki yorulmuş o yüzden
sıçırıyordu, kulağıda dışarıdan gelecek sesdeyidi, kendi kendine daha gelmedi ancak birazdan oda gelir zavallı adam orada üşümüştür deyerek hemi söyleniyor hemi kendini ayık tutmaya çalışıyor. bir ara gözleri kapıya ilişti kapının kullebini açmaya uğraşan kocası palancı yusubun sesini eşitti, Elif, Elif kapıyı açamıyım ellerim buydu, üşümüşüm. kapıyı aç diye palancı yusubun sesi aceleci bir şekilde geliyorduki, Alhasın kızı Elif bir sıçırayışta koşar adımla kapıya yöneldi, bir hamlede kapının kullebini kaldırarak kapıyı açması bir oldu. gel yusubum gel evimin direği benim palancı yusubum deyerek herifinin kapısını ardına kadar açıp içeriye aldı.
Palancı yusub üşümüştü soğuktan çenesi titiriyordu, Elifim Elifim deyerek Elifinin omuzuna kolunu dayayıp ocaklığa ateşe doğru birlikte yürüdüler. Alhasın kızı Elif önceden hazırladığı yeri herifine göstererek, buyur herif şuraya oturda ısınasın ellerin ayakların, bütün vücudun donmuş, buymuşşun. Alhasın kızı otur hele dedikten sonra.
SAYFA. >3< 09.10.2008.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Palancı yusub usul usul minderine oturdu, yastığına bir eyice yaslandı ellerini ateşe doğru uzattı, ateş de sönmeye yüz tutmuştu. Alhasın kızı Elif koşarak çalı yığınının yanına vardı kucağında çalı çırpı getirdi, hemi de kucağından çalı çırpı taşarcasına ki bir daha kalkmasın yerinden diye, çünkü kendiside evin işlerinden çok yorulmuştu Alhasın kızıda ataşın önüne bir kenara oturdu. palancı yusub la Alhasın kızının omuzları bir birine yaslanmıştı, ikisininde gözleri.
yumulmaya başlamıştı,ateşin çatır, çatır, çatırdayan sesleri onların ikisine de nenni gibi geliydi usul usul başlarıda bir birine yaslanan ikilinin gözleride yumulmuştu.
Ateş sönmüştü,koru bile kalmamışdı bütün ateş kül olmuştu, dışarıda bir uğultu bir fırtına varıdıki havadan bir su döken olsa, yere kavuşmadan buz tutar, öyle bir ayaz, öyle bir fırtına varıdı dışarıda. o uğultuya o sese, Alhasın kızı Elif uyandı gene üşümüştü. hemen çar çabuk kalktı kendi kendine söylenerek, eyiki eringeç deelim deyerek yataklarını yorganlarını istif ettikleri evliğe doğru yollandı. evlikten örtülerini kucaklayıp, kucaklayıp sobanın yandığı odaya getirip serdi, oradan da geri gelip palancı yusub,unu uyandırdı, yusub, yusub, hadi kalk yerini hazırladım, getde yerine yat. burada üşürsün aha ataş da sönmüş deyerek seslenen Alhasın kızının sesine uyanan, palancı yusub usul usul gözlerini
öfeleye. öfeleye zoraki uyandı. bedeni yorgunluktan kıpırdayamaz hale gelmişti, zaten kıpırdayacak halı da yoktu, of anam off deyerek yerinden zoraki kalktı, Elif, Elif deyerek seslendi uzaktan uzağa, Elif,ininde içerinin birinden sesi geliydi, ne deyin yusub, ben ahırdayım ineklerin yemini veriyim deyerek uzaktan uzağa ikisinin de sesleri yankılanıydı. Alhasın kızı, yusub sen get,de yat bende hayvanların yemini, suyunu veremde karınları doysunda, mallarda rahat olsunlar, hemide bol bol süt vereler.
biraz sütümüz olsun, yoğurdumuz olsun, hemide gatığımız olsun, ağzımız yavan kalmasın,böylece yusub,una ses veren Alhasın kızının uzaktan taa ahırdan sesi geliydi. Alhasın kızı mallarında yemini suyunu verdikten sonra yatıp uyudukları odaya geldiğinde palancı yusub çoktan uyumuştu bile, uykusunda sağa, sola dönerek iniliyordu adamcağız, Alhasın kızıda yatağın bir köşesinden girerek oda o iniltiye birlikte ortak olup birlikte
uyudular.Sayfa,>4< 16.10.08.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Alhasın kızı Elif'inen palancı yusub uyandığında gün daha ağarmamıştı,Elif ana yatağından usulca kalktı. palancı yusub, niye erken kalkıyısın hatınım diye seslendi,bunu duyan Elif ana'nın cevabı ise,ahıra gedecem, ahıra gedemde malların
altını süpürem, hemide ataş yakıp kazanınan su kaynatamda sıcak, sıcak mallara purçak verem, gec kalmayam. şimdi ortalığı karman çorman ederler, deyerek odadan çıkıp gitti, Palancı yusub'un yeri ısıcacıktı kalkmakta istemiyordu, dışarıda soğuğun, ayazın iniltili sesleri, yankıları içeriden işitiliyordu yan taraftaki yatakta oğullarının ikiside birlikte yatıyılardı, birinin adı Mürteze Obir diğerinin adı'da hüseyin,di Mürteze mazlumdu,mülayimdi, uyumluydu, heç kimseyle
kavgası döğüşü olmazdı, daha doğrusu kavgayı ve döğüşü yapmasını dahi bilmezdi. Babası Palancı yusub, mürtezeye bir ayakkabı almıştı, kışlık ayakkabı hemide kırmızısından potin ayakkabısı, Mürteze potinini ayağına giymiş, birazı elinde birazı'da cebinde beş, on tene cevizi varıdı cevizin birini yere koydu ayağının birini kaldırıp cevize olanca gücüyle vurdu, Vurdu amma ceviz kırılmadı ceviz kırılmayınca, bu potin cevizi kırmıyı deyerek mürtezeyi bi ağlamadır tutturdu. babası palancı yusub'da bi kere daha sivastan bir çift yemeni ısmarladı bir hafta sonra yemenide geldide mürtezenin gözünün yaşı durdu. Hüseyine gelince, hüseyinin lakabıda varıdı Şanı büyük Namı büyük goca danamamik derlerdi, hüseyin cesurdu,
yiğitti, korkusuzdu, kimseden lafını sözünü çekmezdi, deyneğinin üstüne deynek koyacak hüseyine karşı bende cesurum deyecek pek babayiğit gençde çıkamazdı, Palancı yusub'un koyunları keçileride vardı, bizim elde, obada koyun ve keçilerin birlikteliğine davar derler işte bu hüseyin kendi davarlarını kendisi yayardı,haza davar çobanıydı.hüseyinin yaşı küçük olmasına rağmen kuzuya değilde davara giderdi.kendisinin emsalleri davara gidecek cesareti kendilerinde göremiyorlardı, olaki davara kurtlar dalırsa korkusuyla, davara gitmezlerdi, daha çok kuzu yaymayı isterlerdi. hüseyinde , isterse kırk tene kurt gelsin şavatayla ben bütün kurtlara yeteriz diyordu, çünkü kendisi de kurt gibiydi, köyde davarı olanların
çobanlarıyla birlikte sabahın ilk ışıklarında, daha tan yeri ağarmadan davarlarıyla birlikte ağıllardan çıkarlar, dağda, bayırda, ovada, çayırda, çimende davar yayarlardı, ellerinde çoban deynekleri, yanlarında en sadık arkadaşları üç, dört tene kangal köpekleri'de bulunurdu.her köpeğinde ayrı ayrı isimleri vardı, kiminin adı şavata, kiminin adı gürcey, kiminin adı comar, kiminin adı,da karabaşdı.SAYFA:5./ 23.10.2008.
------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Yine bir kış sabahıydı, hüseyin zoraki uykusundan uyandı, babası uyarmıştı yoğusa o tatlı uykusundan uyanacak halde'de değildi, yatağının içi ısıcacıktı dışarısı buz gibiydi ayazın uğultulu sesleri ta içeriye kadar geliyordu, hüseyin zoraki yatağından kalktı, Anası Alhasın kızı oğlunun çoban azığını, çıkınını hazırlamıştı anası hüseyine seslendi, hüseyin, hüseyin deyince oda karşılık verdi anasına, ne ana ne deyin. azık çıkının sekinin üstünde davara giderken onuda al oğlum unutma
emi. tamam ana tamam alırım diye hüseyinde anasına sesleniydi. hüseyin üstünü başını asbaplarınıda giyinmiş deyneğinide eline almış tam tekmil hazırlanmıştı. ahırdaki anasına seslendi ana, ana ben davara gediyim haberin olsun tamammı deyerek kapıyı açtı o fırtına ile yağan sepkenin içinde ağıllara doğru kayıp oldu getti, uzaktan gelen karartıya itler havlamaya başladı hüseyin bir ses attı itlere, oşşoşş, oşşoş diyerek itler bu sesi tanıyınca kuyruklarını sallayarak koşa, koşa hüseyinin yanına geldiler, hüseyin itlerin boyunlarını, başlarını biraz sevdi okşadı, birbirleriyle biraz oynadılar ağıla doğru yol aldılar, itlerde sağa sola havlayarak hep birlikte koşuştular, delinin ibo daha gelmemişti iboyu beklemeye başladı bu arada üşüdüde, üşüyüncede ağıla girdi davarların olduğu yer ısıcaktı, hemide sım sıcak, hüseyin kendi kendine söylenmeye başladı, eğerki üşürsen ya ahıra gireceksin, yada ağıla gireceksin niye gireceksin çünkü böylesi yerlerde davarların olsun malların olsun hemi kendilerinden hemide ahbınlarından dolayı sıcak oluyor onun için buralara girip üşümeyeceksin, hüseyin böyle düşünürken dışarıdan bi ses gelmeye başladı hüseyin, hüseyin
içerdeki senmisin, sen benden öncemi geldin ula yoğusa, Eee geldiğine göre bu seferde davarları Alloşun goyağa doğru götürek, içeriden dışarıya çıkan hüseyin, tamam ibo tamam Alloşun goyağa götürek davarları deyerek ibonun isteğini onaylayan, hüseyin ağılın kapısınıda açmış davarlarda dışarıya çıkmaya başlamıştı bile, iboyunan hüseyin yan yana gelip selamlaştılar ve dönüp davarlarına pirreh, pirreh keççi geh keçi geh deyerek, bir yandanda itleri çağırdılar oşşoşş,
oşşoş itlerinde ikisi üçü davarın önünde ikisi üçü davarın arkasında çobanlardan hüseyin önde iboda arkada Alloşun goyağının yolunu tuttular, sabahın o ayazının ve sepkeninin içinde bir müddet sonra çobanlar itler ve davarlar ufala ufala gözden kayboldular. Sayfa.6. / 29.10.2008.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Mürteze'nin hüseyinden büyük olması hüseyinin de mürtezeden küçük olması alışıla gelen kaideyi bozmuyudu, mürteze ye tanınan ayrıcalık hüseyine tanınmıyıdı vede sevgi bakımından evin içinde hangisine daha çok ilgi alaka gösteriliyi hemen belli oluyudu, mürtezenin arzuları ve istekleri harfiyen yerine geliyidi, hüseyin için böylesi sıcak ilgi ve alaka düşünmekse biraz insanı düşündürüyüdü, zaten hüseyinde her hangi bir ilgiyi ve alakayı beklemiyidi, çünkü onun yapısıda onu götürüyü hiç bi şeyi
umursamıyıdı. ama mürteze hemi anasının vede hemide babasının yanında narin ve nazikti, hemi anası hemi babası mürtezeye kıymazlardı, bir dediğini iki etmezlerdi, Mürteze ismi palancı yusubun önceleri olan büyük oğlunun ismiydi, O mürteze çok yakışıklıymış bir gün istemeyenin ve çekemeyenin biri o mürtezeyi korkutmak amacıyla kovalamış ve oda çocuk olduğu için, O azmandan, azma olan azmandan korkuyu ve çocuk olduğu için o korkuyu atlatamıyı hastalanıp hakkın rahmetine
kavuşuyu. işte bu mürteze O mürtezenin adı, hal böyle oluncada bu mürteze Alhasın kızı Elif ile palancı yusufun yanında onların çokmu çok kıymetlileri, onun için bu mürtezenin bir dediğini iki etmiyiler, Elif Ana ahırı süpürmüş malların yemini vermiş inekleri sağmış kenarda yığılı olan çalılıktan çalı çırpı getirip ocağı yakmış kazana sütü doldurmuş, kazan ataşın üstünde süt lokkur, lokkur kaynamaya başlamıştıki, elif ana seslendi, yusup yusup hadi kalkın gün öylen oldu, bir gıcırtıyla kapı açıldı yusup da kalkmış ocaklığa doğru geldi ardından mürtezede geldi, ocaklığın önünde hepisi birlikte ataşa yakın sıralameyin oturdular. elif ana ekmek çökelik peynir kavurma ve ocakta pişen süt için bardaklarıda getirmişti, hep beraber sabah kahvaltılarını yaptılar. ve palancı yusuf ayağa kalkarak hatın ben tükana gediyim elimde iki palan var gidemde şu palanları bitirem çok acele ediyler deyerek evden tükana gitmek için hazırlanan palancıya. Elif ana da arkasından bağırarak, yusup yusup eğer beni ararsan, ben gardaşım yusup gile gediyim, Almacı biraz kötülemiş herhalde gidemde bir yokluyam Almacıyı, hemide biraz gardaşım yusubu görmüş olurum deyerek herifinin ardınca seslendi,
palancı yusup da Alhasın kızına seslenerek, mürtezeyide götür mürtezeyide evde yada dışarıda kalarak soğuk alıp üşütmesin hasta falan olmasın deyerek dış kapıdanda çıktı o ayazda o sepkende palancı yusup da tükanının yolunu tuttu, dışarısı çok soğuk olduğu için palancı yusup koşarak tükanına vardı bir hamlede tükanın kapısını açtı üşümüş ellerini üfleyerek içeriye girdi. Sayfa,7./ 02.11.2008.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Tükanının sobasıda varıdı. şöyle bi kenara kurmuştu sobasını, sobada çullardan, keçelerden vede otlardan uzaktaydı, tükana gelen müşterilerden sobanın uzak kaldığını soran oldumu palancı yusub hususi uzağa kurdum derdi. bellimi olur olaki bi çıngı mıngı sıçırarda tükanı yakar, evimizide başımıza yıkar derdi. bir iki çalı çırpı getirdi sobaya koydu birazda gazyağı döküp elini cebine attı aradı, aradı bulamayıncada kalkıp takkaya baktıki aradığı, çakmak orada çakmağı alıp sobadaki çalılara çakıp sobasını parlattı. çalı çırpının çatırtısıyla soba tatlı, tatlı yanmaya başladı on dakka geçmeden hemi içeri hemide palancı yusub ısındılar. ve böylecede palancı yusub işinin bi tarafından başlayarak eşşeklerin, gatırların, vede nice hayvanların palanlarını dikmeye başladı, gün,de eyice yükselince köylülerden kör haydov, alicov, birkaçı birer ikişer palancının, palancı dükkanına gelmeye başladılar, O gelen köylüler için'de orası bulunmaz hint kumaşı gibiydi, hemi içeri ısıcak hemi soba yanıyı hemide bol bol laf var şaka var. O zamanlar köylüler kahvehane bilmezlerimiş, kahvehane yerine böylesi yerlerde günlerini, zamanlarını geçirirlerimiş. akşamlarıda önceden çözümünü buldukları vede her
zamanki yaptıkları düzeni bozmazlarımış, peki neyimiş O akşamları yaptıları vede O düzenini bozmadıkları iş. köylülerde birbirleriyle konuştukları zaman zaten açıklamasını yapıylar, inkar ettikleride yoktu, Allah razı olsun Alhasın yusub,dan vede onun gibi fakir fukarayı düşünen adam gibi Ağa adamlardan, vesselam ağa adam ekmeği yeniyi çayı içiliyi sofrası yerde hemide sobasıda yanıyı, hangimiz yaparık, yada yapabilirik böylesi işi, altından dahi kalkamazık boğulur giderik derlerdi birbirlerine. Eee hal böyle oluncada yani milletin durumu zayıf olunca gidip ısınacak vede bi iki lokma bişeyler yenecek yer ararlardı, yusuf ağa gibide misafir perver ağalar olunca, akşamlarıda böylesi ağaların evine giderlerdi, ağanında, evine gelen daimi misafirleri için ikramı boldu, misafirlerde ortaya çıkan meyvelerini yerler, çaylarını içerlerdi. Ağa'nın evinde fitilli çıra, veya gaz lambası yerine lüks yanardı, Eee Ağalığın olmazsa olmazlarından biride buyudu, gaz lambası veya çıra yerine Ağanın evinde lüks yanıyı, kim gitmezki böylesi Ağaların evine, yiyecek bol, içecek bol, laf bol hele bide Ağanın yüzü eşgi değilde güleç ise oraya gelen köylülerin keyfine deyecekde yoktu, böylesi
Ağalarda ender olan Ağalardandı. bazılarının, bende bi Ağayım deyenlerin çoğu cimriliğiyle başkalarının hakkına tecavüz etmekle zengin olmuş, Ağa olmuşlar, işte onlarada istemeyerekde olsa Ağa demişler, genede köylüler kendi aralarında konuşurken Ağalığın adı kalksında hergiz, yomul gıyamat bi daha Ağalık gelmesin diye dertleştikleride oluyumuş. cimri Ağalardan başka kimi Ağalarda kazancının, malının bir bölümünü fakir fukarayla vede evine misafir gelen köylüleriyle
birlikte yeyip içerlerimiş, bu gözü gönlü bol Ağalardan biride Alhasın yusuf Ağa, Alhasın yusuf Ağanında evine gelenlerin gidenlerin haddi hesabı olmazmış yüzü yumuşak vede espirili Ağalığında hakkını veren ender Ağalardan biriymiş, tabi bunlar O devrin Ağalarıymış, köylüler, gecenin bi vaktine kadar otururlar hikayaler, masallar anlatırlar haberlerin zamanı geldimi pilli radyoyu açarlar, radyoyuda açmak için o işi bilen biri her daim orada bulunurdu, millet haberleri can kulağıyla dinledikten sonra birazda dinledikleri haberlerin propogandasını yaparlardı, haberlerden sonrada radyoda türküler var ise birazda türkü dinleyip, hayli zamanın geçtiğinin farkına varanlar, haydin arkadaşlar deyip bir birlerine Allah rahatlık versin deyerek gecenin bi vaktinden sonra Ağanın evinden dağılıp herkes evine giderlerdi.Sayfa. 8 / 06.11.2008.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
O koskoca köyde ya üç tane, yada dört tane lüks varıdı, herkesin evinde öyle Radyo, gramofon, lüks gibi lüks sayılacak pilli yada tüllü mallar yoğudu, her evdede üzerine cam takılan gaz lambası bile yoğudu. bunlardan olan yerlerde
Ağaların eviydi. Alhasın kızı Elif, oğlu mürtezeyide yanına alarak kardeşi yusub Ağanın evine, varıp içeri giriyki, Almacı yorgan döşek yatıyı. yusub Ağada makatta mindere kurulmuş, yastığınada bi eyice yaslanmış oturuyu, her zamanki gözlüğü gözünde, her zamanki okuduğu kitabıda elinde, öyle her kitabıda okumazdı oda Ehlibeyt hastasıyıdı okuduğu kitapların hemen, hemen hepiside Ehlibeyt kitabıydı, bu kitaplardan okursanız Allahın yolunda hizmet etmiş olursunuz derdi.yusub Ağa bir yandan okuyu bir yandanda, maviyenin Ehlibeyte yaptığı zulümleri okudukca ağlıyıdı, bacısı Elif içeri girince yusub Ağa bacısına belli etmeden göz yaşlarını sildi. döndü bacısına hoş geldin bacım deyerek ilgisini gösteren yusub Ağaya, bacısıda sağol benim güzel gardaşım deyerek bir birlerine saygı ve sevgilerini ilettiler. Alhasın kızı, Almacının baş yanına oturdu ne oldu sana benim gözel Almacım deyerek, elini Almacının anlına koydu, baktıki bi ateş, bi ateşki elini
hemen çekti, kalkıp obir içeriye gitti biraz durduktan sonra, elinde sirke şişesiyle geri geldi. Alhasın kızı yusub Ağanın evini, kendi evi gibi nerede ne var ne yok her yeri tek tek biliyidi. nede olsa kardeşinin eviydi, kardeş evide, baba evi gibi sayılırdı. Alhasın kızı birazda bez buldu elindeki sirke şişesindeki sirkeyi beze döktü, bez sirkeyi emdikten sonra Almacının anlına usulca bi şekilde koydu. bu bez biraz böyle dursun zaten biraz sonrada ateşin falanda kalmaz
Allahın izniyle deyerek kendiside yastığına yaslanıp göz ucuylada Almacıyı süzüyüdü. köylülerde bir iki gelmeye başladılar, Almacı hasde olmuş lafı köyün içini almış yerimişti, bütün köylü Almacının hasde olduğunu duymuştu. her gelenin elindede bir elma yada bir portakal varıdı, hasde ziyaretinede halı vakdi iyi olanlar, varlıklı evin adamları elinde bir iki elmayınan yada portakalınan gelirlerdi, öyle herkesin elini bırak evinde bile elma portakal gibi meyve bulunmazdı. O zamanlar normal bi evde olsa dahi O evin çocukları dakkada on kere o meyveleri hemi sever hemi kokularlardı. çünkü meyve cinsleri köylük yerde Ağaların evinin haricinde, pek kimsenin evinde olmazdı. Ağanın evindede o meyvelerden sorumlu olan Ağa hanımının,yani hanım Ağanın birde sandığı olurdu O meyveleri bir, bir sayarak sandığına koyar, kilitlede kilitler hanım Ağadan başkasından başkada O sandığı hiç kimse açamazdı.Sayfa:9. / 09.11.2008.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Dağda davarları otlatırken, danamamikle delinin ibonun azıkları tükenmişti, gün'de ikindiyi bulmuştu civarda bağlar, bahcalar varıdı amma, o bağlarda bahçalarda yenecek içilecek heç bi şeyde yoğudu çünkü mevsim kış mevsimiydi. her taraf kar kışdı, kar diz boyu olmuş o günde şanslarından ayaz fırtına dinmişti bide ne görsünler bahcanın birinden iki tane tavşan çıktı karın üzerinde sağa sola koşuşmaya başladılar. davarı görünce,demekki hayvanlar ürkmüşler bir kerede kendilerini açığa çıkarmışlar ele vermişlerdi. tavşanları gören kangal cinsi itler daha dururmu bi sıçıradılar, ikinci sıçıramada tavşanların başına çöktüler itlerin ırızgı çıkmışdı, danamamikle ibo itleri seyrederken Alloşun goyaktan zar zor uçarak bi keklik sürüsü geldi zaten kanatlarıda eyice ıslanan keklikler bahcaya kendilerini zor attılar,iboyunan mamik daha dururmu, ellerinde çoban deynekleriyle ikiside koşuştular, bahcaya daldılar on, onbeş dakika sonra ikisininde ellerinde on ar, on beşer, keklikle döndüler bahcadan çalı çırpı topladılar bi ataş yaktılar, ataş köz oluncuya kadar keklikleri yüzdüler temizlediler derilerini ve iç aletlerini itlerin önüne attılar, itlerde sanki biraz evvel heç tavşan yememişler
gibi kekliklerin sakatatlarını havada kapıylardı, itlerde kekliklerden nasiplerine düşeni yedikten sonra karınlarıda doymuştu,sadece ağızlarının bılaşık olan kenarlarını dillerinin yardımıyla yalayarak temizliyorlardı. ataş tamamen dökülmüş kor olmuştu o güzelim hemide lezzetli kekliğin etleride ataşın üzerindeydi, ataşa dökülen onca kekliklerin kızarmasıyla, yağlarının mavimsi renk alan duman kısmı kıvrım, kıvrım göğe doğru yükseliyordu.etlerin kokusuda bütün ortalığı
sarmıştı. et varıdı amma ekmek yoğudu bereket versin keklik boldu on, onbeş tane kadar varıdı ekmeksiz nesiz dayandılar o kıpkırmızı kızarmış kekliklerin etine. mamikle ibo keklikleri hemen kuş gibi yakalamışlardı, çalıyı çırpıyı toplamaları keklikleri yüzüp temizlemeleri ataşı yakıp keklikleri pişirmeleri hemide yemeleri, onca işin tamamını on dakkada yapmışlardı ikiside elli ayaklı Aslan gibi gençleridi o bir kaç tane keklik değil o dağların canavarları kurtları gelse bile bunlara dayana bilirlermi, beş dakkada o gelecek canavarların vede kurtların işini bitirecek gücdelerdi işte öyle güclü kuvvetlilerdi. kendilerinden arta kalan kemik kırıntılarınıda itlerin önüne atmışlardı o kemikleride itler çatur çutur ederek yalayıp yuttular. et yeme fasılı bitmişti karınlarıda doymuştu ikiside Allah'a şükür dileyerek şöyle bide gerneştiler. göz ucuylada ellerine baktılarki elleri yağ içinde, biraz karı eşelediler toprağı buldular, ellerini toprağa sürmek
suretiyle yağlar gittikten sonra, bu seferde kar ile ellerini bir iyice oğdular, ağızlarınıda temizlediler, ne ellerinde nede ağızlarında yağ bılaşığı kalmamıştı, ardından cıgaralarını çıkarıp hele bunun üstünede bi cıgara tellendirek diye bi keyfinen cıgaralarına çakmağı çaktılar.
Sayfa:10. /.13.11.2008.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Danamamik ile ibo, bir kere daha Allaha şükür ederek. hele şu havaya bak dünkü hava dünkü kış nerde, bugünkü hava bu günkü kış nerde, buda bizim şansımızdan çıkında azığımızda kalmamıştı bile ama bizi yaradan o yüce mevlam ikimizide ac bırakmadı bi keklik sürüsünü uçurdup getirdi aha şuraya önümüze kondurdu.Eee Allah'da bize akıl fikir vermiş ben sizin ayağınıza keklikleri getirdim buyurun alın bi güzelce yeyin dedi,ve bizde o yüce Allahın emirlerine icabet edip o
keklikleride yakalayıp bi güzelce karnımızı doyurduk bi kere daha şükür olsun Allaha,deyrek ikisi birbiriyle sohbet ediylerdi, davarlarıda kendi hallarında bahcaların kenarlarında yaylımdalardı. hava iyice açılmış fırtına, ayaz, sepken durmuş ortalık berraklaşmış, göz gözü görür hale gelmiş kekliklerde eski hallarına göre daha iyi uçuşmaya başlamışlardı bile. iboyunan danamamik davarları sürüp kuru çaya doğru yola düştüler, kuru çayda bekar gilin değirmenide var, kışın unu bulguru biten bizim köylüler, ve diğer köylüler unluk bulgurluk üğütmek için değirmene gelirler, ancak değirmene giden bütün köylüler mecburiyetten tren hattından geçmek zorundalar amma davarları tren hattından geçirmek tehlikeli oluyu,
tehlikeye düşmemek için davarları gamber ağa gilin bahcasının oradan garaçamırlıktan ağrı tren köprüsünün alttan geçirip gideriz hemide bekarın değirmenine doğru diye düşünen ibo bu düşüncesini danamamiğe söylemek isterken, demekki goyu bi düşünceye dalmışki farkında bile olmamıştı danamamik davarları tren yolunun alttaki köprüden geçirmişti bile. bir, iki saat geçmeden değirmene varmışlardı, varmışlardı amma oralarda davarında başını boş bırakmamak ilazımdı, eğer davarın
başını boş bırakırsan durum vaziyet tehlikede olur diye zaman zaman düşünen iboyunan danamamik, kuru çay dediğimiz yer ne kuru bi muhite benziyi nede kuru bi çaya benziyidi, ta karşı dağlardan tutta bekarın aha şu değirmene kadar delicesine bi sel akıyıki, maazallah davarı sele kaptırırsak hepini telef etmiş oluruz diye düşünerekten biri değirmene girse bir diğeri davarın başında nöbet tutuyudu işi sağlama almak ilazım diyilerdi birbirlerine. danamamik iboya buraya kuru çay diyiler amma ben babayiğidim deyen hiç bir babayiğit o selin önünde duramaz, şu çayın deli deli akışına bi baksana bütün bahcalardan önüne ney katmışsa kaysı, dut, elma, armut, ceviz, bütün her şeyi evire çevire yuvalaya, yuvalaya alıp
götürüyor şu kuru çayın deli deli akan seli nice ocaklar yakıyı nice canlar alıyı deyerek danamamikle ibo birbirleriyle kuru çay hakkında'da düşüncelerini paylaşıyılardı. Sayfa:11. /. 16.11.2008.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yıllardan 1942, yılıydı zorluklarına katlanılacak hiç bi yanıda yoğudu böylesi bi yılın, görülmemişti böyle bi yıl, bütün millet yokluk içindelerdi, işte böylesi bi yıl kıtlık yılıydı bütün köylünün üzerine kara basan gibi çökmüştü, bütün çevre köylere olduğu gibi fethiye'yede kıtlık piyangosu vurmuştu, fethiyenin bir adı daha varıdı, eski adı Hasan badırık'dı. fethiye ismi daha yeni olduğu için hemi fethiyeliler hemi civar köylüler fethiye ismini pek kullanmazlardı, niye çünkü dilleri alışmamıştı ( Mesela her hangi bir insana soruyular emşerim sen nerelisin diye oda Hasan badırıklıyım dermiş veya yolcu birine yolculuk nereye emşerim diye sordularmı Hasan badırığa derlermiş) Köyde,de bir kaç Ağa varıdı,
mesela bunlardan Hamdi Ağa, Kanber Ağa, Hacı Hüseyin Efendi ve kardeşi Alhas Ağa, bu hacı hüseyin efendi ve Alhas gildende İsmail efendi ve yusuf Ağa yetişmişti, bu yetişmiş olanlarda Ağalık ünvanını almışlardı. işte bu bir kaç Ağaların hemi evlerine hemi yakın çevrelerine kıtlık gelmemişti vede uğramamıştı, diğer köylülerden unu bulguru bitenlerde Ağaların kapısına giderlerdi, Ağam unum bitti, bulgurum bitti derlerdi, Ağanında kolundan ne koparsa ne kadar un, bulgur (vesaire) verirlerse, zor şartlarda yaşayan O kıtlık insanları onunan Açlık ile tokluğun arasında hayatlarını idame ettirirlerdi. bereket versin (hasan badırığın) yani fethiye'nin Ağaları ne cimri, ne zalim, nede töre takipçileriyidi bu kötü denecek ahvalin hiç biri bu Ağalarda yoktu, civardaki yakın komşu köylülerde fethiyeliler için, onların içlerine ATATÜRK ruhu işlemiş Cumhuriyet, ve barış'tan yana bir millet bu millet derlerdi, fethiyeli,lerde bu gün böyle olduğu gibi yarında böyle olacak diyerek O ulu önder ATATÜRK'e ve Cumhuriyet'e bağlılıklarını bir kere daha ifade ederlerdi. İsmet Paşa'ya sorurlarımış, Paşam bu kıtlıktan nasıl kurtuluruz diye, İsmet Paşanın cevabı ise açık ve net olarak, Bu ülkeyi düşman
ayaklarının altından kurtaranlar, bir yolunu bulup bu kıtlıktanda kurtaracaktır. yeterki sizler, kurtuluş savaşında gösterdiğiniz üstün cesareti ve kahramanlığı, bir kere daha bu kıtlık yılı içinde'de gösterin derimiş, ancak bunu fırsat bilen fırsatçı siyasetçiler, o kurtuluş savaşı kahramanlarımızdan İsmet Paşanında ayağını almaktan geri kalmamışlar. bu vesile ile Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün İsmet Paşa'nın ve diğer kurtuluş savaşına katılmış ve ülkesine hizmet etmiş bütün kahramanlarımızı rahmetle, şükranla anıyoruz, O kahramanların sayesinde isimlerimiz Türk ismi Zübeyde, mustafa, yusuf, cemal,Hatice, ismet, olarak kaldı.Sayfa. 12./. 23.11.2008.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Kıtlık yılının kış aylarından şubat ayıydı Alhasın kızı Elif hamileydi, doğum yakın çocuk dünyaya geldi gelecekti, ha bu gün ha yarındı. o zamanlar köyde ebe, veya hemşire yoktu, eğer doğum işi tehlike arzediyse Malatya'yada vesayit
olmadığından kara kaçanlarla yani (Eşeklerle) giderlerdi ancak köyde bu doğum işinden anlayan bir, iki yaşlı kadınlar vardı mesela (gıjjik bibi,ve kavurmalık bibi.)ebe dedikleri işte bu kadınlar. doğum yapacak olan o kadınların doğum işini yaptırırlardı,Alhasın kızı'da iyice rahatsızlanınca palancı yusup oğlu mürteze'ye, mürteze, mürteze oğlum hele gitte şu gıjjik bibini çağır acele gelsin anan iyice rahatsızlandı deyerek mürtezeyi, gıjjiği çağırması için gönderdi. mürteze o karanlıkta gıjjiğin kapısına gelip. gıjjik bibi, gıjjik bibi diye çağırmaya başlayınca, mürtezeyi duyan gıjjik bibide, one mürteze one. diye seslenen gıjjik bibisine, beni babam saldı anam eyice hastalandıda çabuk bize gel deyince Eee gıjjikde, Alhasın kızını çok sevdiği için daha dururmu, hemen mürteze hemen deyerek, çarçabuk üstünü giyindi, içerisi karanlık olduğu için örmesini aradı, taradı bulamadı, örmesinide giyinmek istiyidi, dışarısı çok soğuk olduğu için, gıjjik ana içerden seslendi, mürteze sen evinize git hadi dışarıda durupda boşuna üşüme bende hemen geliyim deyerek mürtezeyi evlerine yollayıp, karanlıkta içerde dolaşırken ayağına bi şeyler dolaştı eğilip baktıki ayağına dolaşan kendi örmesi, örmesinide başından geçirerek, bi aceleyinen palancı yusup gile doğru gitti, evinden dışarıya çıkmadan'da acaba üstleri açılmışmı diye çocuklarının üstünü başınıda bi eyice konturol etti. sultan, hüseyin, celal,hepiside mışıl, mışıl
uyuyulardı. palancının kulağıda kapıdan gelecek sesdeydi derken kapı güm, güm diye vuruldu hemen palancı koşup kapıyı açtı, gel gıjjik bacı gel Alhasın kızı doğuracak herhalde sancısıda çoğaldı deyince gıjjik anada hemen Alhasın kızının olduğu odaya gitti, gıjjikten önceden almacı gelmişti, sıcak suyu hazırlamış teşti getirmiş bezleri hazırlamış her şey tas tamam hazırdı, sadece geri kalan iş gıjjik ananın doğurtmasına kalmıştı, palancı yusup ocaklığa çalı çırpıyı doldurmuş mürtezenin elinide eline almış, ataşda çatır, çatır yanıyı ateşin harından, alevinden o koca hanın içi aydınlanmıştı bile. kulağınıda içeriden gelecek sese pür dikkat bağlanmış her hangi bir ses gelse hop oturuyu hop kalkıyıdı, oğlu hüseyine gelince oda yatağında mışıl, mışıl uyuyudu, kendine bir kardeş geleceğinin farkında bile değildi, aklının ucunu bırak rüyasından bile geçmiyidi. palancı yusup'un gözleri ateşin yanmasına, harlanmasına dikilmiş dalıp gitmiştiki içerden bir çocuk sesi ağlaması geldi bu sese palancı yusup irkildi ve ellerini semaya doğru açarak o sevincin verdiği bi tebessümle Allahıma bin şükürler olsun Alhasın kızı kurtuldu diyerek duasınıda içinden ediyidi.Sayfa. 13./.30.11.2008.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Alhasın kızı elifin rahat doğum yapmasından, ve çocuğunda dünyaya sağlıklı gelmesinden, kimsenin zarar ziyan görmemesinden dolayı bu durumun verdiği hazzın sevinciyle ordakilerininde sevinç içinde olması ve bu sevinci paylaşmak için Almacı çıkıp, yusup emmi, yusup emmi, gözün aydın bir oğlun oldu, nur topu gibi bir oğlan deyip müjdeledi. aradan bir saat geçtikten sonra doğumun olduğu içeriyide temizlediler, dengi terezi ettiler,yatağı serdiler Alhasın kızını çocuğuyla birlikte yatağına yatırdılar, bu temizlik işlerinden sonra palancı yusup'da içeriye girip, geçmiş olsun Elifim, Allah çocuğunla birlikte ikinizede sağlık sihhat ve uzun ömür versin. gıjjik bacı seninde eline emeğine sağlık dedikten sonra, elinin
içindeki beş lirayı gıjjiğin önlüğünün cebine koydu, döndü Almacıya seninde eline emeğine sağlık kaynımın hatını dedi ve bu arada gözüde sobaya ilişti baktıki soba yanmıyı, aceleyle içerden çıkıp gitti çalı, çırpı, odun getirdi sobayı tekrar çalı, çırpıyla doldurup tutuşturdu, sobada ufak ufak tutuşmaya içerinin ısısı tekrar normale dönmeye başladı.
Sabahın ilk ışıkları,tan yeride ağarmaya başlamıştı, gece bir vakitten sabaha kadar doğum işiyle uğraşmışlardı hemi yorulmuşlar hemide uykuları gelmişti, mürteze hüseyinin yanına girip gecenin uykusuzluğundan olacakki kirpit gibi geçmişti, palancı yusup mürtezeye baktığında, mürteze çoktan uyumuştu bile. Alhasın kızı doğum yapmış duyan duymayanlara duyurmak suretiyle bütün (Hasan Badırık) fethiye duymuştu. köylülerde birer ikişer göz aydınlığına gelmeye başlamışlardı, ama daha önceden duyupda gelenlerden dolayı içerisi köyün kadınlarıyla doluydu, herkesin elinde çay bardakları çaylarını içiylerdi, oda sım sıcaktı dışarısı ise ayaz, fırtına yağan karlar bi girdap içinde döne, döne savrularak yağıyı fırtınanın
uğultusu ta içeriye kadar geliyidi, dışardaki bu soğuktan dolayı kimsenin kalkası ve evine gidesi gelmiyidi. bir ara eli kirlinin oğlu hallov geldi ana, ana, babam seni çağırıyı dedi. anasına, babasının çağırdığını söyledi eli kirlide uy Allah cannala onun bırakmıyki bi yere gidem, vaymıki bi yere gidip accık oturam hemen ardımdan birini salar deyip içerdekilerede Allah analı babalı büyütsün diyerek söylene, söylene çıkıp gitti. içerde oturanlardan çocuğun adını koydunuzmu diye soran sorana, çocuğun adını ne koyacaksınız deyen deyene, böyle bi düşünceden dolayı bi laftır başlamıştı. Palancı dükkanından bir ara palancı yusup'un kucağı dolu paketlerle eve geldi. paket, paket çay, kese kağıtları dolu dolu şeker vardı kucağında, önceden şehere gidenlere sipariş vermiş, ev ihtiyacı olan o öte berileri ısmarlamıştı. O zamanlar (hasan badırıkta) fethiyede, çayı kimse pek bilmezlerdi. köye çayı ilk icat eden palancı yusup olmuştu, içerdeki kadınların bağırtılı konuşmaları dışarıya kadar geliyidi, palancı yusup bu çocuğun adını hala niye koymadınız, bu çocuğun adı ne olcak diye soruylardı, yusup'da çayı şekeri evliğe bıraktıktan sonra oda içeriye kadınların olduğu odaya girerek herkese hoş geldiniz dedikten sonra dönüp Elifinede içten içe şöyle bi baktı, baktı ve millete doğru dönüp çocuğun ismini duymakmı istiysiniz diye sorunca, orada bulunan köylülerde he he duymak istiyik diye hep bir ağızdan söylendiler, palancı
yusup'da o zaman çocuğun adı Abbas olsun dedi, Abbas olsun, Abbas. Sayfa:14./.11.12.2008.
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------
milletinde gayretiyle Palancı yusup yeni doğmuş çocuğunun adını koymuştu, hemide amcası garik abbasın adını yerde koymayarak kendi oğluna vermişti. garik abbas ise çoktan yıllar önce dünyadan göçmüş Allahın rahmetine kavuşmuş ölmüştü, bu garik abbasın herhangi bir yakını, veya herhangi bir kimsede onun adını doğan çocuklarına vermemişlerdi. cin alinin, harmandanın, hasan göğün, daha nice akrabalarının çocukları olmuştu hemide oğlan çocukları olmuştu amma hiç kimsede emmileri garik abbasın adını kendi çocuklarına vermemişlerdi. amma palancı yusup'un kendi çocuğu olunca, hemide oğlan çocuğu olunca isimden yana ilk aklına gelen emmisi garik abbas olmuştu, kendi çocuğuna emmisinin adını vermişti. palancı yusup'ta bir keyif, bir neşe, bir zevk vardıki, görmeye değerdi. eskiden üç günde zar zor dikipde bitirdiği palanları şimdi bir günde dikip bitiriyi, oğulları mürtezeye, hüseyine, hele, hele birde emmisi garik abbasın adını verdiği yeni doğmuş
çocuğuna arada birde benim garik abbasım benim güzel çocuklarım diyerek öyle bir seviyiki onuda görmeye değerdi. birde canı kadar sevdiği gözü kadar esirgediği kızı isafı kızıldeli evlatlarından Ali dede ile evermişti, yukarı tencide şareyin Ali derler ona vermişti. isaf köyün en güzel kızlarından biriyidi çok güzeldi güzel olduğu içinde bütün köylü isafa moruş derlerdi. işte bu güzel moruşu, isaf kızı kızıl delide şareyin Aliye vermişlerdi, aslına bakarsanız palancı yusup'un kızını vermekten yana hiçmi hiç gönlü yokturdu,amma gel gelelim işin içinde kızıl deli vardı. hemide kızıl deliye gönülden bağlılık ve itikat varıdı, şareyin Alide kızıl deli evladıydı'ya işte bu yüzden ya betdua ederlerse ya betduaları
kızıma veya bizlere geçerse diye düşünmekten kendini kurtaramadı ve bu yüzden kızıl deli evlatlarından korktuğu için canı kadar sevdiği ve gözünden esirgediği moruş kızı isafını kızıl delide şareyin Aliye vermişti. moruş kızı isafı verdiği zamanı ve başından geçen bunca olayları. tükanda palan diktiği yerde bir, bir aklına gelmiş bu yüzden mali hülyalara dalmıştı. palancı yusup'un oğlu abbas doğduğunda, kızı isafda tencide doğum yapmıştı palancı yusup bir taraftan baba olurken bir taraftanda dede olmuştu kızınında sağsalim doğumdan kurtulmasından ve çocuğunda sağlıklı doğmasından mutluyudu, isafda yıllar önce ölen ve şimdiki kardeşi mürtezenin adıda olan çok sevdiği o kardeşinin adını kendi oğluna vermişti ve yeni doğan çocuğun adını mürteze koymuştu...Sayfa.15./.25.12.2008.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Palancı yusup bir taraftan baba olurken bir taraftanda dede olmuştu, çok sevinçliyidi, bir keyfinen bir zevkinen işine bakıyı sipariş aldığı palanları bir iştahla dikiyi, akşam olmadanda erkenden evine gidiyi akşam sobasını yakmak için sobalık odun kırıyı sobanın külünü boşaltıp temizliyi sobayı odunla doldurup bir keyfinen, bir keyfinende yakıyıki, deme gitsin palancının keyfine. Alhasın kızıda oğlan doğurmuş oğlan anası'ya onunda kendine göre biraz nazı var. bide ağa kızı'ya birazda ağa kızı olmanın forsu var. amma Alhasın kızı o forsu kullanmayı aklının ucundan dahi geçirmeyi düşünmüyüdü. oturaklı saygın ağır başlı bir osmanlı kadını edası vardı üzerinde tanıyanlarda hep böyle düşünürlerdi. yine
dışarıya kar yağmış bi ayaz bi fırtına vardıki gene hava bozmuştu, gene o eski dondurucu günlerine dönmüştü. köyün gençleride hep bir araya gelmişler ertesi sabah nereye kekliğe ava gideceklerini kararlaştırırlar, sabah oluncada akşamdan hazırladıkları çökelik dürümlerini, peynir dürümlerini, ve hali vakti iyi olanlarda kavurma dürümlerini alırlar bir kuşakla bellerine bağlarlar, ellerinde avcı deynekleri, tüfekleri olanlarda kırma ise kırmalarını, çifte ise çiftelerini alırlar ve düşerler yollara dağlarda kekliğin bol olduğu yerlere doğru. işte böyle bir günde köyün gençleri ava gitmek için yine akşamdan kararlaştırmışlar, sabah olunca kekliğe ava gidecekler. sabahın erken saatindede ava gidecek gençler bir araya toplanmışlar,kulunun haydarda ava gidecek gençlerin içinde hep birlikte keklik avına giderler ve avlak yerlerine vardıklarında köyün gençlerinin her biri bir tarafa dağılırlar, dağda bol keklik var bu bolluktan kekliğin bini bir paraya düşmüş, keklikler havada uçuşuyular, millet birbirine ulaaov varıyha varıyı yakalayın şu gelen keklikleri diye bağırıyı, kulunun haydarda ne hikmetse çevresindeki keklikleri ürkütmüş, tam tutacakken keklikleri ellerinden avuçlarından kaçırtan sarsaplı kürdovda bu işe çok kızıp keklik yerine kulunun haydarı kovalamaya başlar, başında bir belanın olduğunu fark eden kulunun haydarda paçayı sıvazlar kaç babam kaç, dilber bağına doğru yol alır,kulunun haydar nefes nefese
devriş Alinin bağına yetişmiş amma azmana benzeyen kürdovda bir masumane güvercini yakalayıpda kanadını kıracak bir kartal gibi peşinden yetişti yetişecek olmuş. tesadüfen dilber bağına gelen devriş Ali bu durumu görünce hemen olaya el koyar ve bağırarak ulan teres kürdov kanadı kırık bir kuşu kovalayıp yormak veya korkutmakmı ilazım, hemi o kuş benim çalıya sığındı, hadi savuşda çekilip git buralardan deyince kürdovda devriş Aliden özür dileyerek Ali emmi ben bilemedim bi yanlış yaptım bizim adamlardan biri olduğunu yada hasan badırıklı olduğunu bilsem hiç bu kadar uzun boylu kovalarmıydım diyerek tekrar avına bakmak için kırklara doğru çekip gider.Sayfa.16./.13.01.2009.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
yakında buluşmak üzere Allahısmarladık,
Saygılarımla arz ederim, söz.YusufASLAN.